25 Ekim 2010 Pazartesi

Masumiyet kokulu masallar

Masallar vardır prensesi pamuklu, kedisi küllü, isimleri süslü; kuşkusuz hep güzel, hep umutlu, hep hayalperest, sevgi dolu haliyle pek mutlu sonlu. Mutsuzları unutun; onlar birkaç yıl ötesi, içinde illa en dayanılmaz gerçeği arayan bazı büyüklere masallar; birkaç yıl öncesiyse esas yazı konusu olanlar. Spiderman'in kötülere karşı kabaran örümcek ağları, Shreek'in güven veren ağırlığı yahut Winnie The Pooh gülümsemesinin sıcaklığı...  Onlar, çizgi romanlardan yahut masallardan fırlayıp çocukların gerçek düşlerinin kahramanları oluyorlar.  Onlar, ev mutfağımızda hazırladığımız pastaların üzerlerine şeker hamuru kıvamında yerleşip görüntüleriyle lezzetlere  ruh veriyorlar. Yeni bir masal var, pek küçük bir hanımefendiye ait. Pembe hayaller tonunda, bebek kokusunda, anne kaz korumasında. Selçuk tazecik şekil verdi şekerlisindeki hamura, pastanın kekiyle kreması tadını bulmak için birkaç saatlik dinlenme modunda.. Ötesi? Mutfak masumiyet kokuyor.

19 Ekim 2010 Salı

Ayçiçeği yüzünü neden hep güneşe döner?


Efsane pek, rivayetler çok süslü, rutin ise bildik Her gün güneşi görünce yüzünü ona çeviriyor, adeta kendi ışık saçıyor; gün batıp güneş kaybolunca boynu bükülüyor, hikayesi sanki sona ermiş gibi davranıyor. Ama her yeni günle yeniden hayata hatta hayatın ilk soluğuna geri dönüyor, başını dikiyor  gururla ve inançla, hatta sebepli sebepsi bir neşeyle. Onun ki her gün vazgeçen, her sabah yeniden diyebilen bir aşk hikayesi aslında… Sonuç: Benim romantik hayallerim var diyen bir doğum günü sahibi söz konusuysa, hatta kendisi ayçiçeklerini de pek severmiş oysa diye hatırlanmak istiyorsa, ama kanadı kırık olmasın hiçbir gecenin yeni yaşta diye de dileniyorsa mutlaka… Böyle bir “cup cake” model olup çıkarmış bir gün ortaya. Yaprakları kırmızıya çalan pek tatlı bir yavruağzı neşesinde, keki vanilya kokusuna sarılmış bir heveste, ortasında çekirdekleri kendine özel bisküvisinde, pek endamlı pek şanlı, pek kadın, pek romantik aynı hayal edildiği gibisinde…  Çok mutlu olduğunu söylüyor zaten romantik doğum günü sahibesi de.  Acaba güneş yüzünü eksik eder şimdi bu bizim ayçiçeğinden sizce? Aşkından sabahı bekleyen güneşin kendisi olur artık bizce…



11 Ekim 2010 Pazartesi

Herkesin hayali kendine...

Parça çikolatalı pasta hazırlanmış, arka fonda bekliyor. Bekleyişinde ise gerçeğe dönüştürülmesi gereken hayal var. Pasta tasarımı denilen hikaye de bu hayali yaratmak değil mi zaten? Bu sebeptendir ki bu mevzu içeride gizlenen lezzet kadar önemli.  Ama malum herkesin hayali kendine ait.  Bir genelleme yapmaksa ne güzel ki artık mümkün değil.  Hem mumları üfleyen hem de pastayı tasarlayanlar için yaratıcılığın kısıtlanmaması ne keyifli özgürlüktür böyle. Ötesi? Sadece sanki sanki diyerek birkaç söz denilebilir. Mesela “sanki” yaşlar ilerleyince daha çok kendini görmeyi arzu ediyor pasta sahipleri.  Motosiklete binerken, tango ayakkabıları beklerken, sevgiliye kavuşurken, yunuslarla yüzerken, en moda çantasını taşırken, tuttuğu takımın oyuncularıyla bir arada… Saymakla bitmez, zaten hayaller tükenmez. En genç suretlere gelince, hayal ettikleri süslemeler söz konusu olunca, hâlâ ana kuzusu ifadelerinde hem gerçekleri hem düşleri saklıyorlar, büyüklerin hayallerine düş kahramanlarını ekleyerek fark atıyorlar. İşte Nemo ve arkadaşları karşınızda duruyor; onlar birazdan genç bir arkadaşımızın pastasına konuk; yarınlarda da  aynı gencin arkadaşları ve ailesiyle geçirdiği mutlu bir anın keyifli hatırası olacaklar. Sonuç: Nemo artık kayıp değil ve hayaller gerçek olabilir. Yani… Özellikle pasta üstü hayallerde.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Çikolata sevgilim, gel seni sevdikçe seveyim!





Bir süredir, birkaç kitap çalışma masamın köşesini sahiplendi. En üstte çikolata adam Jacques Torres'in önceki yıl yayınlanan “A Year in Chocolate”i var. O en hareketli görüneni, Selçuk’un favori pasta şefinin tarifleri var içinde ne de olsa. Masadan bir ayaklanıyor mutfakta sabahlıyor, kitaplara narin davranan Selçuk’un titizliğinde çalışma odasındaki kitaplığa geri dönüyor. Sonra benim siparişlerden göz hakkı adına aşırdığım çikolatalı parmaklarım geliyor; utanmadan onu gene masaya, yığının en üstüne, en manzaralı yere geri döndürüyor. Jacques Torres kitabında “Bu yeni yıldaki tüm dileklerinizde çözümü çikolata tadında bulun” diyor. Ben bu sözü dinliyorum birkaç yeni yıldır... Bu sebepten de masadan ayrılmasına izin vermiyorum. Uğuru kaçmasın dileklerin..

Onun hemen altında İnkilap Yayınevi’nden çıkan "Çikolata" kitabı yer alıyor. Tariflere göz atmak, en yenilerini yaratmak için önce sayfaları, sonra malzemeleri karıştırmak Selçuk’un hem keyfi hem sipariş kabul hali. Ben öykülerin peşindeyim. Çikolata herkes için bir mucize. Mutlu günde, kötü günde. Aslında paylaşırken de, vazgeçerken de.
Bu mucizenin "öz hakiki" hikayesine gelince, anlatacak çok şey var. Biraz ucundan bakalım: Çikolatanın ana malzemesi kakao ile ilk tanışan Avrupalı haliyle Kristof Kolomb. Kendisi acaba dünyanın tek gerçek sihrinin hammaddesiyle o sırada tanıştığını bilse ne yapardı? Ufukta çikolata göründü diye sevinir miydi bilemem. Ama öğrendiğim Mayalılar hayatın birçok alanında olduğu gibi bu mevzusuyu da aslında çok önce çözmüşler. Bıraktıkları yazılı belgelerde kakaolu içecek tarifleri bile yer alıyor… Ama Kolomb sonrasında İspanyolların Avrupa’yla kakaoyu tanıştırması sonrası yaşananlar haliyle kent efsanelerinin doğuşunu anlatan modern hikayeler. Haliyle hikayelerden öte esas marifet çikolatanın en lezzetlisini yapabilmek. Son zamanlarda Belçika yahut İsviçre çikolatalarını aratmayacak lezzetler bizde de üretilmeye başladı. Yahut ithal ifadenin en şık tadımları Beymen yahut Vakko imzasıyla incelikli paketlerde, dolu lezzetlerde karşımıza çıkabiliyor. İstinye Park’taki Butterfly gibi çok farklı damak tatlarına hitap eden yerli çikolata dükkanları da giderek mahalle barları, cafeleri arasına katılıyorlar şık butik görünümleriyle. Bizim gibi kişiye özel, hayale açık ev yapımı hazırlayanlara gelince. Lezzet trendsetter’ları geleceğin en yeni tatlarının burada keşfedileceğine inanıyorlar. Biz de umutluyuz, kendimizle ilgiliyse hatta gururluyuz... Lakin espri yapmayı deneyen, kendimize methetme kısmını geçersem...

Ev yapımı modelinin sürekli seyircisi olunca öğrendim: Mesela fotoğrafta gördüğünüz kendini utanmadan sergileyen Truffle çikolatalar yahut her nevi çikolata tadı almış lezzetlerden söz edelim, sonuç hiç fark etmez. Her şeyin bir matematik ölçüsü her bileşimin bir uygunluğu var. Ganaj ölçüsünü doğru tutturmak, dinlenme halini zamanı vakti yerinde bulmak, çikolatanın kalitesinden şaşmamak, ben beyaz çikolatayla hatta aromatik birçok doğal malzemeyle karışabilirim diyen ifadesine saygılı olmak gibi binbir kuralı, adabı var bu dünyanın. Eksiği olursa lezzet asla kendini bulmuyor. Ama bulunca… Hele bu “Truffle”lar gibi farklı tatları ardı ardına sununca damakta sadece lezzetin hazzı, midede yanma, bulantı tanımayan bir mutluluk, kalpte sebepsiz bir neşe oluyor. Şeker hamurlu pastalar, cupcake’ler bile lezzetlerinde bu yoğun çikolata tadından nasiplendiklerinde görüntülerinin ihtişamına rağmen kendi iç mucizelerini sunuyorlar… Yani hep başrol, hep başrol. Ama elimizde değil, adı gibi, herkes gibi, onun adı çikolata sevgilim, gel seni sevdikçe seveyim mucizesi…