6 Ekim 2010 Çarşamba

Çikolata sevgilim, gel seni sevdikçe seveyim!





Bir süredir, birkaç kitap çalışma masamın köşesini sahiplendi. En üstte çikolata adam Jacques Torres'in önceki yıl yayınlanan “A Year in Chocolate”i var. O en hareketli görüneni, Selçuk’un favori pasta şefinin tarifleri var içinde ne de olsa. Masadan bir ayaklanıyor mutfakta sabahlıyor, kitaplara narin davranan Selçuk’un titizliğinde çalışma odasındaki kitaplığa geri dönüyor. Sonra benim siparişlerden göz hakkı adına aşırdığım çikolatalı parmaklarım geliyor; utanmadan onu gene masaya, yığının en üstüne, en manzaralı yere geri döndürüyor. Jacques Torres kitabında “Bu yeni yıldaki tüm dileklerinizde çözümü çikolata tadında bulun” diyor. Ben bu sözü dinliyorum birkaç yeni yıldır... Bu sebepten de masadan ayrılmasına izin vermiyorum. Uğuru kaçmasın dileklerin..

Onun hemen altında İnkilap Yayınevi’nden çıkan "Çikolata" kitabı yer alıyor. Tariflere göz atmak, en yenilerini yaratmak için önce sayfaları, sonra malzemeleri karıştırmak Selçuk’un hem keyfi hem sipariş kabul hali. Ben öykülerin peşindeyim. Çikolata herkes için bir mucize. Mutlu günde, kötü günde. Aslında paylaşırken de, vazgeçerken de.
Bu mucizenin "öz hakiki" hikayesine gelince, anlatacak çok şey var. Biraz ucundan bakalım: Çikolatanın ana malzemesi kakao ile ilk tanışan Avrupalı haliyle Kristof Kolomb. Kendisi acaba dünyanın tek gerçek sihrinin hammaddesiyle o sırada tanıştığını bilse ne yapardı? Ufukta çikolata göründü diye sevinir miydi bilemem. Ama öğrendiğim Mayalılar hayatın birçok alanında olduğu gibi bu mevzusuyu da aslında çok önce çözmüşler. Bıraktıkları yazılı belgelerde kakaolu içecek tarifleri bile yer alıyor… Ama Kolomb sonrasında İspanyolların Avrupa’yla kakaoyu tanıştırması sonrası yaşananlar haliyle kent efsanelerinin doğuşunu anlatan modern hikayeler. Haliyle hikayelerden öte esas marifet çikolatanın en lezzetlisini yapabilmek. Son zamanlarda Belçika yahut İsviçre çikolatalarını aratmayacak lezzetler bizde de üretilmeye başladı. Yahut ithal ifadenin en şık tadımları Beymen yahut Vakko imzasıyla incelikli paketlerde, dolu lezzetlerde karşımıza çıkabiliyor. İstinye Park’taki Butterfly gibi çok farklı damak tatlarına hitap eden yerli çikolata dükkanları da giderek mahalle barları, cafeleri arasına katılıyorlar şık butik görünümleriyle. Bizim gibi kişiye özel, hayale açık ev yapımı hazırlayanlara gelince. Lezzet trendsetter’ları geleceğin en yeni tatlarının burada keşfedileceğine inanıyorlar. Biz de umutluyuz, kendimizle ilgiliyse hatta gururluyuz... Lakin espri yapmayı deneyen, kendimize methetme kısmını geçersem...

Ev yapımı modelinin sürekli seyircisi olunca öğrendim: Mesela fotoğrafta gördüğünüz kendini utanmadan sergileyen Truffle çikolatalar yahut her nevi çikolata tadı almış lezzetlerden söz edelim, sonuç hiç fark etmez. Her şeyin bir matematik ölçüsü her bileşimin bir uygunluğu var. Ganaj ölçüsünü doğru tutturmak, dinlenme halini zamanı vakti yerinde bulmak, çikolatanın kalitesinden şaşmamak, ben beyaz çikolatayla hatta aromatik birçok doğal malzemeyle karışabilirim diyen ifadesine saygılı olmak gibi binbir kuralı, adabı var bu dünyanın. Eksiği olursa lezzet asla kendini bulmuyor. Ama bulunca… Hele bu “Truffle”lar gibi farklı tatları ardı ardına sununca damakta sadece lezzetin hazzı, midede yanma, bulantı tanımayan bir mutluluk, kalpte sebepsiz bir neşe oluyor. Şeker hamurlu pastalar, cupcake’ler bile lezzetlerinde bu yoğun çikolata tadından nasiplendiklerinde görüntülerinin ihtişamına rağmen kendi iç mucizelerini sunuyorlar… Yani hep başrol, hep başrol. Ama elimizde değil, adı gibi, herkes gibi, onun adı çikolata sevgilim, gel seni sevdikçe seveyim mucizesi…

0 yorum:

Yorum Gönder